ÜRDÜN - MISIR ''Marmaris Mısır Bisiklet Turu 2011''

ÜRDÜN - MISIR ANILARI  MARMARİS MISIR BİSİKLET TURU 2011

BİSİKLETE ÜRDÜN'DE BİNİLİR..!
Suriye sınır kapısından Ürdün sınır kapısına geçtik. Kapıda, bizim esnaflarda görmeye alıştığımız, kapı önünde çay muhabbeti vardı. Bir tek tavla eksikti. Muhabbeti yapanlar Ürdün'lü rütbeli subaylardı. Bizi görünce çok sevindiler. Burada ilk defa duyduğum ''Hasan Şaş - yavaş yavaş'' esprisini, daha sonrada Mısır dahil tur bitene kadar sürekli duyduk. Hasan Şaş'ın dünya kupasındaki Brezilya golünü anlatıyorlardı. Belli ki çok mutlu olmuşlar. Biraz daha muhabbet ettik ve pasaportları mühürlettik. Arama bile yapmadan bize hoş geldiniz deyip Ürdün'e aldılar.
Suriye'de yaşadıklarımızdan sonra, burada bizi neler karşılayacaktı acaba!.. Kapıdan çıkar çıkmaz hemen yolun kenarında bulunan bankamatiğe para çekmeye gittik. Ne kadar çekelim derken.. eyvahh, kartı makine yuttu! napıcaz diye düşünürken, yandaki döviz bürolarından birisi geldi ve 1 saat bekleyin, bu bankamatik şu ofisin, gelirler dedi.. Beklemeye başladık. Üzerimde hatıra parası sakladığım Suriler vardı. Yandaki kafeden 2 tane nescafe içebildik. Tam saatinde göbekli, uzun boylu adam ofisi açtı. Selam verdim ve camın arkasından derdimizi anlattım. Adam derin bir offf çekti.. Ne oluyor len dedim kendi kendime. Adam daha sonra, Amman'a bankaya gidip yazılı kağıt almamızı söyledi. Bisikletle geldik deyince, biliyorum dedi. Adamın derin off çekişinin sebebi belli oldu. Yardım yardım, şükran şükran diyordum, saçma sapan bir şeyler söylüyordum adama.. Adam bu arada bana Suriye'den nasıl geçtiniz diyordu. Problem yok deyince oda şaşırdı. Sonra telefon görüşmesi yaptı bankayla, daha sonra bana kağıt imzalattı. Ve bankamatiği açtı anahtarla, benim kartımı takdim etti. Şükran dedik, ayrıldık buradan. Parayı çekemimizin sebebi maestro karta sahip olmamızdı. Makine visa karta para veriyordu. Parasız Amman'a doğru çıktık yola.. 65 km pedal lamamız gerekiyordu. 40 km kadar gittikten sonra suyumuz azaldığı için bir mescidin yanında durduk ve sularımızı doldurduk. Hemen yanında bakkal vardı ve dışarıda oturan yaşlı adam bu bakkalın sahibiydi. Selam ve biraz muhabbetten sonra adam durumumuzu anladı ve bize çay, kek vs ikram etti. Oğluda iyi insandı. Bize para verebileceklerini söylediler fakat bu kadarını kabul etmedik. Devam ettik yola.







AMMAN'DA TAŞLAMA - HÜCRE EVİ - PAZAR..!
Amman'da karşılama.. Şehire girerken yolun kenarında, yaklaşık 3-4 metre yukarıda çocuklar bize doğru bakıyorlardı. İyi bir karşılama olmayacağını hissetmiştim ve birden taşlarla taarruza geçtiler. İlk taşı kolumdaki plastik saatle savuşturdum ve bağırarak pedala kuvvet oradan hemen uzaklaşmaya başladım.. Taşlar havada uçuyor mucize eseri bir sağa bir sola taşlarla dans ediyordum. Bu arada arkamdan gelen Bahadır'a yaklaşık 50 metre ilerde bakabildim. Bahadır geliyordu ve 250 metre kadar ilerde yavaşladık  Yüzünde acı ifadesi vardı, dört beş tane taş yemişti. Suriye'yi geçtik fakat Ürdün'de taşlama! Bu arada olanlara gülmeye başladık ve yukarı Amman'a tırmanmaya başladık. Çünkü burada bizi Bahadır'ın arkadaşı Sali karşılıyacaktı. Bankadan paramızı çektik ve yaklaşık üç dört saat kadar Sali'yi bekledik. Kendisinin işi olduğunu ve bize kardeşlerinin yardımcı olacağını söyledi. Kardeşleri geldi ve aşağı Amman'da kalabileceğimiz bir yere götürdüler. Bu yer pasaj içinde asansörle 3 kat çıktığımız, her milletten insanların olduğu pis ve yemek kokan bir yerdi. Bize gösterdikleri oda darmadağın ve yataklar dahil toplanmamıştı. Sinirlendim ve Sali'nin kardeşlerine burası nasıl bir yer siz burada yatarmısınız, kalırmısınız, Sali nerde niye bunu bize yaptınız diye bağımaya başladım ve hadi çıkıyoruz buradan dedim. Çocuklarda şaşkındı! Bahadır Sali'yi ve kardeşini Türkiye'de ağıladığını söylemişti. Bahadır size böylemi davrandı diye tepkimi yükseltti. Daha sonra Sali'yle telefonda görüştüler ve bizi başka bir mekana götürdüler. Burası, öğrenci eviydi fakat evde kimse yoktu. Ev hücre evi gibi, heryer Saddam resimleri ile doluydu. Canımız zaten bütün gün sıkılmıştı ve Bahadır'a dedim ne yapalım diye.. zaten geç oldu kalalım dedi ve bu evde sabaha kadar uyumadan kaldım. Gece Sali eve gelmişti ve on dakika kadar Bahadırla sohbet etti. Benim yüzüme nerdeyse bakmadı, sanırım kardeşleri anlatmıştı olayı.






Sabah oldu ve Amman pazarına gittik. Dün yaşadığımız sıkıntıları bir kenara koymaya karar vermiştik. Pazar da çok eğlendiğimi söyleyebilirim, harikaydı. Ürdün kültürü gözlerimizin önündeydi. Alış veriş için ufak tefek pazarlıklar da eğlenceliydi.










''LUT GÖLÜ'' ADI GİBİ ÖLÜ DENİZ..!
Saat 12 gibi Amman'dan ayrılmaya ve Lut Gölü'ne gitmeye karar verdik. Lut Gölü -950 deydi. Önce biraz tırmandık Amman'dan ve Lut Gölüne kmlerce inişe geçtik. Lut Gölü'ne indiğimizde heryerime ağrılar bıçak gibi girdi. Fren sıkarken bile 40la 50yle iniyorduk. Gölün etrafından Kerak'a doğru pedallamaya başladık. Göl ismi gibi Ölü denizdi. Akşama doğru geldiğimiz bu gölü hayranlıkla seyrettik. Gölün karşı kıyısı İsrail olduğu için buradaki askeri ve polis güvenlik hiç memnun olmamıştı bizden. Fakat yinede akşam olduğu için onlardan yardım istedik. 25 km daha ileride doğal spa var ve hemen yanında da karakoldan yardım isteyebileceğimizi söylediler ve karanlıkta biraz daha pedalladık. Gelmiştik ve burası kalabalıktı arabalarla insanlar buraya geliyorlar ve yaklaşık 200 metre kadar yukarda doğal spaya giriyorlardı. Bizde önce yıkanmaya karar verdik. Yukarıdan akan şelale soğuk fakat belimize kadar olan gölette sıcaktı. Yer altından sıcak su çıkıyordu. Güzel bir spadan sonra aşağıya indik ve çadır kurmadan sadece uyku tulumlarımızın içine girerek karakol duvarının kenarında yattık. İnsanlar sabah beşe kadar akın akın buraya geldiler. Her arabadan gelen müzik sesleri ile uyuduk.















OKULLU ÇOCUKLAR İLE  KAHVALTI..!
 Sabah çok dinç kalktım. Gölün kenarından uzun bir yolculuktan sonra öğleye doğru bir köye gelebildik. Burada bir adam arabayla yanımıza yaklaştı ve bize her konuda yardımcı olmak istediğini söyledi. Yemek ısmarlama teklifinde bulundu. Fakat ilk defa birisini geri çevirdik ve adam uzaklaştı bizden. Bu adamdan pek memnun olmamıştım. Çünkü biraz önce sorgulama yemiştik yolda. Sanırım sebebi; karşı kıyı İsrail'di.. Tura başladığımızdan beri akıl oyunları yapıyorduk..  Neyse kahvaltı için köyde mola verdik. Köyün okulundan çocuklar, bakkal lokanta karışımı dükkana geldiler ve onlarla beraber kahvaltı öğle yemeği karışık karnımızı doyurduk.








KERAK YOLLARINDA.. TAKİP EDİLİYORDUK..!
Artık saatlerce tırmanacağımız Kerak yoluna pedallamaya başladık. Herkes şaşkındı, bu sıcakta bu rampa çıkılmaz diyorlardı. İşin zor kısmı yol boyunca  gölge yoktu. Kerak'a yaklaştığımızda öğlen gördüğümüz adam bir evden yola çıktı ve bizi çay içmeye davet etti. Yanındada üç dört çocuk vardı. Bu sefer kabul ettik.  Muhabbettinden anladım bu adam bizi ajan zannediyordu. Bizde silah olup olmadığını, istediğimiz fiyata verebileceğimizi teklif etti. Yok dedikçe daha çok ısrar ediyordu. En son adama kızdım. Biz silah sevmeyiz diye. Adam özür diledi. Anladı çok rahatsız olduğumu. Teşekkür ettik çaylar için ve ayrıldık.









KERAK.. OSMANLININ İZLERİ..!
Akşam oldu ve Kerak'a geldik fakat ben hayatımda böyle yorulduğumu bilmiyorum. Kerak'ta her zaman ki gibi cami aramaya başladık.. Esnaftan biri Türk bayrağımızı görünce selam verdi bize. Esnaf kasaptı ve ismide İbrahim. Saolsun çok ilgilendi bizimle. Kendisi tam bir Osmanlı İmp. hayranı. Osmanlı buradayken adalet vardı diye muhabbeti koyulaştırdık. Süprizi yaptı İbrahim amca! telefonla Kerak Kalesinin nöbetçisi Ahmet amcayı aradı. Ahmet amca Türk'tü. Kerak Kalesinin hemen yanında ki Sultan Hamit Camiinde kalabileceğimizi söyledi. Gece görmedik Ahmet amcayı fakat güzel bir uykunun ardından sabah ilk işimiz Ahmet amcanın yanına gittik. Ahmet amca bize dakikalarca sarıldı ve ağladı. Ben böyle içten öpen insan az gördüm. Ayrılık biraz zor oldu. Asasını bana hediye etti.
Daha sonra İbrahim amcanında yanına gittik ve teşekkür ettik kendisine..









SAHABELER..!
Artık önümüzde Tafıla vardı! Artık inişe geçeceğimizi hayal ediyordum fakat hiçte öyle olmadı. İbrahim amca vedalaşırken yol üzerinde Hz. Cafer TAYYAR türbesinin olduğunu söylemişti ve bu türbeye uğradık. Cafer TAYYAR Hazretleri, Hz. Ali (r.a) nın abisiydi. Buradaki görevliler bize yemek ikram ettiler ve Kur'an hediye ettiler. Çok mutluydum.  Tafıla'ya akşam ulaştık. Tabiiki yorucuydu fakat Ahmet amcadan sonra moralim ve gücüm üst seviyedeydi. Tafıla'da ilk durduğumuz yer yol kenarında bir manav oldu. Belki buradan kalacak yer konusunda yardım düşünürken, halktan insanlar bize armut hediye ettiler. Yol üzerinde çok cami olduğunu öğrendik ve bir iki saat kadar daha bisiklet sürmeye karar verdik. Artık hava kararmıştı ve zeytinliklerin içinde küçük bir mescit bulduk. Burası şu ana kadar geldiğimiz en yüksek noktaydı ve gece ilk defa üşümüştüm. Bir sabah daha oldu ve bu günkü yolculuğumuza inişle başladık.













WADI MUSA - PETRA - HASAN EL HASANAT AİLESİ.. AYRILIK ZOR OLDU..!
Turumuz çok heyecanlı ve güzel geçiyordu. Daha önümüzde geldiğimizden daha fazla görmeyi hayal ettiğim yerler vardı. Wadi Dana, Wadi Musa'ya ve buradanda Petra Antik şehire doğru pedalladık. Wadi Musa'ya gelmek üzereyken hakim bir tepede kale gibi bir yapı gördük. Bizi gören bir adam yola kadar geldi ve bize selam verdi. Adamın gözleri gülüyordu, bizi misafir etmek istediğini ve hazırda çay var dedi. Bizimde yüzümüz güldü. Çaylarımızı içerken yarın gelin burada kalın diye davet etti bizi. Yapı harikaydı. Adamın ismi Hasan EL Hasanat'tı. Kendisi emekli general, Ürdün - İsrail savaşında üstün staredeji uzmanı olarak görev yapmıştı. Şuan ki yapıyı bu araziye yapması için Kral Hüseyin kendisine 30.000 dinar ve bu arsayı hediye etmişti. Yapı daha henüz bitmiş ve ilk misafirleri biz olmuştuk. Kendi evi şuan aşağı yakada bulunan Wadi Musa'da idi. Akşam kalmak için otele gittik Wadi Musa'ya.. Niçin bu akşam bizim burada kalmamız için davet etmemişti acaba diyede düşündüm. Neyse sabah oldu ayrıldık otelden ve tatil günümüz olsun dediğimiz gün yine en az 100 km yol yaptık. Petra'yı ve vadileri gezdik. Akşamda Hasan El Hasanat ailesiyle yaşadığı eve götürdü bizi ve akşam yemeği yedik. Ailesi 5 çocuklu ve süper bir aileydi. Eşi üniversitede turizm bölümünde eğitmen ve aynı zamanda arkeoloji bölümünde master yapıyordu. O kadar güzel vakit geçirdik ki sabah yola çıkmadan önce bizi kahvaltıyada davet ettiler. Sabah yine evdeydik. Bu aile bizi bırakmak istemiyordu. Ayrılık zor oldu. Hasan bize seccade ve tesbih hediye etti. Eşide, eşim Gamze'ye vermem için altın yüzük, kızımada evlendiği zaman vermem için 2 adet altın bilezik hediye etti. Zaten özlem iyice artmıştı ve gözlerimden yaşlar geldi yani ağladım, onlarda ağlıyordu. İki günde bağlanmıştık birbirimize..























































































... BİR HİKAYE
Ayrıldık.. İstikamet Wadi Rum.
Ürdün'de pedallarken şimdiye kadar birbirine en yakın köylerden geçiyorduk. Köyün birisinde giderken yol 10' eğimliydi.. Bu köyün bir özelliğide suyu tek biryerden taşıyorlardı. Yani evlerinde akan su yoktu.
Yavaş yavaş çıkarken 100 metre kadar ileride medrese gibi bir yerden bayanların çıktığını gördüm.. Sanırım ellerinde Kur'an vardı.! Yol kenarına indiler ve hepsi bir tarafa ayrıldılar. Benim istikametime giden bayanın yavaşladığını ve yol kenarına yakın yürüdüğünü farkettim. Tam yanına geldiğimde kısık bir ses ile
Selamun Aleykum dedim. Hemen cevap geldi; Aleykum Selam.. ve adımı sordu. İbrayim dedim. Bu arada karşıdan gelen araç; orada ne oluyor der gibi yavaşladılar. Onlara da yüksek ses ile selam verdim ve devam ettim. Bayan; yavaş lütfen diyordu. Nerelisin dedi.. Türk'üm dedim ve yine karşıdan yine bir araç yüksek bir ses ile bağırdı ve bende bu sefer biraz daha artırdım tempomu ve uzaklaşmaya karar verdim. Aynadan baktığımda, bayan yolun karşısına geçti ve aracın yanına geldi. El kol hareketleri ile bir şeyler anlatıyordu.. Yüzünü bile görmediğim bu bayan biliyorum duygularını satmayacaktı. Çünkü konuşmayı çok arzu etmişti.!



WADI RUM.. BURAYI GÖRMEYİ ÇOK İSTEMİŞTİM..!
Akşam üzeri Wadi Rum'a geldik. Burada gördüğüm Hicaz demiryolu, hayallerim olan yere düşüncelerimle aldı götürdü beni. Bir gün inşallah Hicaz'a gideceğim. Wadi Rum Area kapısına gelmeden, yaklaşık beşyüz metre önce Area Ofisi vardı. İçerde kimse yoktu. Merdivenle ofisin damına çıkılıyordu. Bu durum, bizim gözümüze çarptı. Aşağıdada kapıları açık tuvalet bulunuyordu. Bisikletleri buraya saklayıp damda kalabilirdik. Açık alanda kalmak istemedik çünkü Areadaki bedevilere çok güvenmiyorduk. Gelen geçen araçlardanda sürekli kendimizi sakladık. Karanlıkta çökünce işimizde kolaylaştı. Kapı tarafından gece geç saatlere kadar konuşmalar ve bağrışmalar duyuldu. Ertesi gün öğrendik ki içerde devecilerin ve safaricilerin köyü vardı.




















Sabah yine erkenden kalktık, ofise kimse gelmeden buradan ayrıldık. Kapıya gittik ve Wadı Rum'a girdik. Muhteşem gözüküyordu. İçerde devecilerin ve safaricilerin hazırlıkları başlamıştı. Burada bir bakkalda kahvaltımızı yaptık. Daha sonra bisikletlerimizide bu bakkala emanet edip, deve safariye gittik. İki saat deve ile safari yaptık, canımız çıktı. Devenin hörgüçlerinden dolayı eğer her yerimize dokundu. Sallana sallana bitirdik turumuzu..















WADI RUM'DAN AGABA'YA.. KRAL ABDULLAH'IN EVLENDİĞİ CAMİDE MİSAFİR OLDUK..!
Öğlene doğru ayrıldık Wadi Rum'dan. Ürdün'ün son noktası Agaba'ya doğru pedalladık. Ürdün'de ilk defa düz yolda bisiklete bindik. Agaba'ya geldiğimizde buranın muhteşem bir şehir olduğu kanısına varmam çok kolay oldu. Çünkü her yer tertemiz, yemyeşil ve Kızıldeniz buradan başlıyordu.. Şehrin tam ortasındaki camide muhteşem heybeti ve görselliğiyle beni heyecanlandırmıştı. Hiç bu kadar güzel bir cami görmemiştim. Dışarıdan yaklaşık üç metre demir perforjelerle çevrili camiden içeriye girdik. İçeride güvenlikler vardı ve camiyi temizleyen insanlar. Kapıdaki güvenlik bizi çok iyi karşıladı. Bisikletleri kapıdan içeri bırakıp camiyi dolaştık. Çeşmeleri ve lavaboları tertemizdi. Caminin içeriside harikaydı. Buraya kadar, çoğu yerde camilerde kalmıştık, acaba bu camidede kalabilirmiydik, diye düşünmeye başladım. Tekrar güvenlikçi adamın yanına geldik ve koyu bir sohbete başladık. Bu cami Kral Hüseyin tarafından, oğlu Kral Abdullah'ın evlenmesi için, yaklaşık 30 milyon dolara yapılmıştı. Bizzat Kral Abdullah bu caminin herşeyiyle kendisi ilgileniyormuş. Güvenlikçide küçükken Kral Abdullah'ın korumalığını yapmış. Emekliliğini burada beklemeye başlamış. Burada kalabilirmiyiz dedim tebessümle. Şaşırdı ve burada bugüne kadar böyle birşey olmadı. Saat 23'de kapılar kapanıyor, dedi. Biz buraya kadar bir çok camide kaldık dedik. Adam tamam dedi. Fakat bahçede kalabilirmisiniz dedi. Memnuniyetle kabul ettik. Cemaat farketmeden burada kalmamızı bize tavsiye etti. Akşam Agaba'yı dolaştık. Akşamı da çok eğlenceli bir yerdi. Burada turizm vardı ve kalabalıktı. Gece yatmak için geldik camiye. Ürdün'de son gecemizdi ve muhteşem yapının içinde, kamp atmıştık. Çok keyifli ve mutluyum. Taşlamayla girdiğimiz Ürdün'den çok güzel duygularla ayrılacaktık.
















Ürdün'de son günümüz.. Sabah, akşam gezerken gördüğümüz fırına geldik ve buradan çöreklerimizi alıp meydandaki kahveye gittik. Burada müşterilerle hem muhabbet ettik hemde kahvaltımızı yaptık.



BEKLE BİZİ MISIR..!
Daha sonra Agaba'da Mısır Sharm El Sheıkh bot ile geçmek için 30 km uzaklıktaki limana doğru pedallamaya başladık. Limana geldik ve saat 15.00 deki botumuzu beklemeye başladık. Liman büyüktü. İçerde büyük kanepeler, kafeler vardı. İnsanlar her kafede ayrı ayrı televizyonlarda programlara bakıyordu. İşin ilginçi  her televizyonun sesi sonuna kadar açık ve insanlar halinden memnundu. Botun kalkmasına yaklaşık üç dört saat vardı. Bizde kanepelere yayıldık ve kestirmeye başladık. Arada bir kafayı kaldırıp etrafımızı kolaçan ediyorduk. Bağrışmalar, konuşmalar, televizyonun sesi herkes bir curcuna hayatlarından memnundu.Saat 15.00 e geldiğinde ne limana bir gemi yanaştı nede insanlarda bir hareket vardı. Yakınımızdakilere durumu sorduk. Gelen cevap bizi çok şaşırttı.! Geminin ne zaman geleceği belli olmaz, belki bu günde gelmeyebilir!! Hemen ofise gittik, sorduk memura gemi ne zaman gelir diye. Üç dakika sonra cevap verdi, akşama gelir dedi.. Yeniden vurduk kafayı ve kestirmeye devam ettik. Aslında benim bile itirazım yoktu. Resmen gürültüde olsa dinleniyorduk. Neyse akşam bot geldi ve curcuna ile bindik gemiye. Bileti olanları aldılar bota daha sonra botta pasaport kontrolü için masa kurdular. Sıra uzundu fakat görevliler Turko diye bizi çağırdılar ve başka masada işlemlerimizi yaptılar. Botta hareket etti Kızıldeniz'de seyrediyorduk artık. Ürdün hayallerimin dışında bana çok güzel duygular armağan etmişti..
Gece yarısı Mısır'a doğru Sharm El Sheıkh'e yaklaşıyorduk. Tahminimden daha küçük bir sahil kenti diye düşünmüştüm. Bot yanaştı limana ve yine curcuna ile indik bottan. Gece geç olduğu için yolcuların çoğu limandan çıkmıyordu. Bizde limandaki mescite gittik ve sabah limandan çıkarız diye program yaptık.














MISIR'DAYIZ.. FAKAT NE ROTA KALDI NEDE PROGRAM.. SÜPRİZZZ..!
Sabah oldu ve kapıya yöneldik. Gece farketmemiştik fakat limanın içinde tren garı vardı. Sabahda çok kalabalıktı liman. Kapıda pasaportlarımızı gösterirken Sharm El Sheıkh'e merkeze nereden gideceğiz diye sorduk görevliye.. Cevap şaşırtıcıydı!! burası Sharm El Sheıkh değil Nuweıba'ydı. Aradaki mesafede 180 km.. Ağlarmısın, gülermisin! Biraz daha bilgi aldığımızda rotamızda Sharm El Sheıkh'den yine botla Kızıldeniz'i geçip Nil tarafına doğru pedallamak vardı. Fakat buradanda botların kalkmadığını öğrendik. Buradan Sharm El Sheıkh'e gikmek ve karşı kıyıya pedallamak, fazladan 1500 km demekti. Bu kadar zamanımız olmadığı için rotamızı ve bütün programımızı değiştirdik ve Sina Çölüne girmeye karar verdik ve buradan Suveyş ve Kahire'ye buradanda Nil kıyısından İskenderiye'ye gitmeye karar verdik. Bu düzensizliğin sebebide Mısır'da ki iç karışıklık ve sivil iradenin olmayışı idi.
İlk önce Limandan Nuweıba merkeze gittik. Gözlerimize inanamadık!! burası sanki film studyosu gibi işlenmiş, dünyada bir cennetti. Allah'ım dedim bir kere daha ''sana hamdolsun'' bozulan moralimiz yerini büyük bir mutluluğa bırakmıştı. Burada herşey el işi ve natural havadaydı. Hayalimdeki Kızıldeniz burada muhteşemdi. Güzel bir şehir turunun ardından güzel bir kahvaltı yaptık. Hayalimde Kızıkdeniz'de sakal tıraşı olmak vardı. Bunuda gerçekleştirdim. Artık ayrılık zamanı geldi.
































SİNA ÇÖLÜ.. AÇ KALDIK! SUSUZ KALDIK..!
Nuweıba merkezden yaklaşık 5 km uzklıkta kanyondan Sina Çölüne giriş vardı. Kavşağa geldiğimizde, dört beş pikap ve minibüs hazırlıklar yapıyordu. Bizi görünce şaşırdılar, Sina Çölü uzun felan diyorlar, şaşırıyorlar ve gülüyorlardı. Biz yolumuza devam ettik. Giden araçlardan burada hayat var diye düşünmüştük. Ta ki iki saat sonraya kadar.. Çünkü ne bir araç ne bir canlı gördük daha sonra.. Kanyon çok gizemliydi ve tahminimizden uzun. Karşıdanda yavaş yavaş ceyran yapıyordu. Suyumuz çabuk bitti. Yanımıza yemekte almadık. Kilometreler sonra ilk defa bir tır gördük, adama susuzluktan ölüyorum der gibi poz yaptım ve koskoca tırı durdurdum. Su istedim, Tırdan çıkan su, küçük şişenin yarısıydı.. Allah razı olsun, bunada şükür dedik. Günlük 130 km ile yaptığımız turu bu şartlarda mümkün değil pedallayamazdık ve nitekim 85 km bize 185 km gibi geldi. Akşam olmak üzereydi ve hemen çöle kamp attık. Çadırın ipini bağlamak için kaldıramadığım taş yaklaşık 5 kg dı. Daha fazla enerji harcamamak için, ben yatıyorum dedim ve saat 18.00 de vurdum kafayı uyudum. Sabah alışkanlığımızdan dolayı saat 6.00 da kalktık ve elimizde son kalan bir iki şekerden sonra pedallamaya başladık. Hemen bir araç gördük ve yemek istiyoruz dedik. 35 km ilerde kavşakta bakkal var deyince. Mutluluktan pedallamaya başladık. Kavşağa geldiğimizde bakkala ve yanındaki lokantaya yöneldik. Lokanta boştu fakat iki adam mutfaktan tepsiyle masaya doğru geliyordu. Selam dedim önce sonra bu ne yemeği dedim. Adamlar buyrun deyince bizde hemen buyurduk. Birkaç lokmanın ardında 24 saattir yemek yemedik ve susuz kaldık dedik. Adamlar yemekten çabuk çekildiler ve yemeği bize bıraktılar. Daha sonra yanındaki bakkala geçtik. Daha çölde üç günlük yolumuz olduğu için yiyecekleri doldurmaya başladık. Artık kendimize gelmiştik. Yemek parasını ödemeye girince lokantaya, adamları göremedik. Bakkala sorduk adamlar nerede diye.. Onlar müşteriydi, gittiler dedi. Bizde mutfaktan çıkınca onları lokantanın sahipleri zannetmiştik. Allah razı olsun, ne diyelim. Çöl de aç kaldık susuz kaldık fakat burada bisiklete binmek harikaydı.. Yine başladık pedallamaya..


















Herşey yoluna girmişti. Akşama kadar pedalladık. Akşam üstü olduğunda kamp atıcağımız alanı bulmak için herhalde 20 km kadar daha pedalladık. Çünkü heryer düzdü. Bizde çölde gözükmek istemiyorduk. Bulduk kamp alanımızı. Yoldan 600 metre kadar içeri girdik. Tümseklerin arkasına kurduk kampı. Çölde, akşam güneş battıktan bir saat sonra yaklaşık 2 saat süren kuvvetli bir rüzgar olyor. Dün akşam yaşadığımızı bu akşamda yaşadık. Fakat o kadar mutluyum ki. Her zorluğun arkasından büyük bir gurur geliyordu. Günler geceleri kovalıyor ve bir sabah daha oluyordu..








SİNA ÇÖLÜNDE KAÇIRILMA DURUMU ..!
Bu güne kadar yaşadığımız en zor günlerden birini bu gün yaşadık diyebiliriz. Öğlene kadar pedalladığımız çölde herşey yolunda gözüküyordu. Suyumuzun yine azaldığı zamanda motorsikletli iki bedevi yolda bize su ve kek ikram ettiler. Para verelim dediğimizde çok üzülmüşlerdi. Hallerinden çok iyi insan oldukları belliydi. Onlarda Suveyş'e gidiyorlardı. İsimleri Garıba ve Muhammed'di. Vedalaştık ve teşekkür ettik kendilerine. 50 km kadar gittiğimizde tekrar karşımıza çıktılar. Beni çok şaşırttılar. Çünkü muhabbet ederken ailemizle üç gündür telefonla görüşemediğimizi anlatmıştım ve Garıba bana çölde çeken bir hat bulup gelmişti. Hızıralysselamın hikayeleri aklıma geldi. Hatta onun bu bedevilerin kılığına bile girebileceğine inanıyorum. Telefonla ailemle görüştüm. Planımıza göre bizi Sharm El Sheıkh'te olduğumuzu düşünmüşler fakat görüşemediğimiz için çöllerde olabileceğimizide düşünmüşler. Tabi ki çokta merak etmişler. Neyse bir daha vedalaştık bizim bedevi kardeşlerimizle. Saat 16.00 ya gelmek üzereydi. Bu saatlerde genelde kamp yapabileceğimiz noktayı düşünmeye başlıyorduk. Birden yanımızda motorsikletli bir bedevi belirdi.. Bir, iki, üç, dört derken dördü motorsikletli biride kamyonetli bedevi yanımıza yaklaştı. Bize durun konuşalım felan diyorlardı. Gülüyorlardı fakat ben bu bedevilere hiç güvenmedim. Aklıma Cezayir'de kaçırılan motor grubu geldi.. Hollanda'lı olan bu grub için Hollanda fidye ödemek zorunda kalmıştı. Şu anki senaryoda hemen hemen neredeyse aynıydı. Bahadır'a dedim; sakın durma, biskletten inmeyelim dedim. Yanımızda geliyorlar bizimle konuşmak istiyorlar fakat anlamamazlıktan grliyorduk. Arada bir yer değiştiriyorlardı. İçlerinden biri çay içelim, köye gidelim gibi birşeylerden bahsediyordu. Bu böyle yaklaşık 25-30 km sürdü. Bizim müslüman olmamız ve Türk olmamız onları karamsar olmaya ve kararsızlığa düşürmüştü. Canım çıktı resmen. Havada kararmak üzereydi nerdeyse. Bizim duracağımızı hesap ediyorlardı. Havanın kararması demek bizim de zor anlar yaşayabileceğimiz demekti. Mucize yine gerçekleşti!. Gariba ve Muhammed bizi merak ettikleri için geri dönmüşlerdi. Allah'ım dedim sen büyüksün. Bizi takip eden bedevilerde şaşırdı. Nerden tanıyoruz diye düşünmüş olmalılar. Çünkü sarıldık birbirimize. Bize resmen musallat olan bedevilere birşeyler anlattılar. Ve bedeviler geri döndü. 10 km kadar ilerdede askeri birlik vardı. Gariba'larlada 8 km kadar sonra ayrıldık. Onlar bizim kardeşimizdi artık. Ayrıldıktan sonra hemen kamp alanı yaptık kendimize. Askeri birliği, kamp yaptığımız yerden görüyorduk. Geceleri deliksiz uyumaya başlamıştım. Hem ruhen, hemde bedenen yorulmuştum artık. Fakat her kalktığım sabah büyük bir gururla ve güçle kalkıyorduk. Yaşadıklarımız bizi her geçen gün daha da güçlendiriyordu. Yine bu duygularla kalktık sabah.  Kahvaltımızın ardından koyulduk yollara..













KIZILDENİZ VE SHARM EL SHEIKE..!
Bir kaç saat sonra Suveyş'te olmayı planladık. Bu gün pedallarken hep Sharm El Sheıkh'e gidememenin burukluğunu yaşadık.. Suveyş'e geldiğimizde manevra yapmaya karar verdik. Kahire'ye değil, Sharm El Sheıkh'e gitmeye karar verdik. Turumuz çok zorlu ve heyecanlı geçiyordu. Oldukça yorulmuştuk. En son Sina Çölünde yaşadıklarımız bizi neredeyse bitirmişti. Moral ve huzur aramak için dünyanın en güzel sahil kentlerinden  Sharm El Sheıke' e gitmeye karar vermiştik. Akşama kadar pedallayıp, kampı bu sefer otobüse atıp  Yaklaşık 8 saat yolculuktan sonra sabaha karşı Sharm El Sheıkh'te olmayı planladık..











SHARM EL SHEIKE.. KÜÇÜK HAVANA..!
Mutluluktan uçuyordum. Burası muhteşem bir yerdi.. Kızıldeniz burada harikaydı. Akşama kadar buranın tadını çıkardık. Pedalladık, Kızıldeniz'i saatlerce seyrettik, çarşıyı, pazarı gezdik. Akşamda eski Mısır Çarşısında burdaki esnafla eğlendik, yedik içitik... Sanki burada yaşıyor gibiydik. Sharm El Sheıke Marmaris'e çok benziyordu.. Burada da sezon sonu (eylül sonu) olmasından dolayı turist azalmıştı.. Ve esnafın bizimle ilgilenecek kadar zamanı vardı.. Hayatımda verdiğim en güzel kararlardan bir tanesi oldu; buraya gelmek..











































KAHİRE - NİL - PRAMİTLER - TRAFİK - KEŞMEKEŞ VE RÜŞVET SENARYOSU..!
Keyfimiz yerinde fakat zamanımız artık daralmaya başlamıştı ve Kahire'de aldık soluğu..Kahire; şaşırdım kaldım! bu trafik, bu keşmekeş kalabalık.. karmaşık bir şehir bekliyordum fakat bukadar karmakarışıkta olacağını düşünmemiştim. Kahire'de ilk önce trafiği görüyorsun ve tabiiki Nil Nehrini.. Bu gürültü ve karışıklığın içinde Nil'de nasibini almış.. Bizim İstanbul boğazı kadar güzel olabilecek güzelim nehir, hakettiği yardımı alamamış.. Hatta insanlar burayı çıkarları için ranta çevirmek isterken, nehrin kıyısını berbat bir yapılaşmaya götürmüşler. Halk için nehir kenarında hiç bir sosyal yaşam alanı bırakılmamış, yazık..  Nil'in yanından üstünden pedallarken binaların arasından Giza Pramitler gözüktü. Ben Giza Pramitlerin, şehir dışında olduğunu düşünmüştüm. İnsanlar burdada Giza Pramitlerin etrafını yapılarla sarmışlar. Bizde Giza Pramitlerin kapısına geldik.. Hiç hayal kırıklığına uğramıyorum artık.. Çünkü; kapıda rüşvet senaryosu başladı, bizi bisikletler ile içeriye almak istemiyorlar fakat para karşılığında bizim isteğimize karşılık ''iyilik'' yapabileceklerini söylediler. Yaklaşık 45 dakika sürdü, pes etmedik ve bizim dediğimiz oldu.. Hatta içeriye öğrenci biletleri ile girdik:)
İçerde Sina Çölünün girişindeki kanyonda gördüğümüz ekibi gördük.. Bu ekip çekim ekibiymiş. Bizi görünce çok sevindiler.. Hemen muhabbet ve içecek, çikolata ikram ettiler.. Sina'yı nasıl geçtiniz diye bizi sık sık kutladılar.. İçerde yaklaşık 2 saat kadar kaldık fotoğraf felan çektik.. Burada eğlendim diyebilirim.. Ve istikametimizi güneye doğru Nil kıyısından yapmaya karar verdik ve akşam olduğunda 50-60 km daha gittik.. Nil burada deltalara ayrılmış bizde karmakarışık tarım yollarından ve kasabalardan geçtik.. Bize yolda bağıranlar, çağıranlar, trafik, kalabalık bizi iyice yormuştu ve akşam ezanıyla yine bir camiye yanaştık. Akşam namazı için camiye girdim. Muhabbet burada başladı. Daha sonra burada gecelemek istiyoruz dediğimde, namazdan sonra cemaat kendi aralarında konuştular ve memnuniyetle kalabilirsiniz diye bizi memnun ettiler. Gece camide ışık yakmamamız için bizi uyardılar. Çünkü başka insanlar sizi rahatsız edebilir gibi sözler söylediler. Sabah ezanıyla beraber kalktık ve cemaat camiye ellerinde çaylarla geldiler. Sağolsunlar daha sonrada bizi sokak başında duran yemek arabasına götürdüler ve kahvaltımızı yaptık. Geceden beri sürekli bizi ikaz ettiler; sakın güneye doğru gitmeyin! yolda haramiler var hem soyuyorlar hemde adam kesiyorlar diye defalarca bizi uyardılar hatta nerdeyse yalvarıyorlardı.. Bende onlara Nil kenarından 100 km kadar daha gitmek istediğimizi söyledim. Fakat yine itiraz ettiler. Buraya kadar birçok zorluklarla geldik korkmuyorduk fakat bu insanlar bizi ikna ettiler ve kendilerine söz verdik..



















TUR BİTİYOR..!
30 km daha ilerleyip Nil'in doğu kıyısına geçip tekrar Kahire'ye ve oradan İskenderiye'ye doğru gitmeye karar verdik. Nil'in batı kıyısı daha çok varoşların yaşadığı yerdi. Tarım ve hayvancılık burada yapılıyordu. Doğu kısmı ise daha çok metropol durumundaydı.. Kahire'ye pedallarken o trafikten tekrar nasıl geçeceğimizi merak ederken Kahire'den geçtiğimizi ve yaklaşık 120 km sonra insan kılığından çıktığımızı gördüm.. Turu burada bitirmeyi düşündük. İskenderiye'ye daha bir günlük yolumuz vardı.. Tur için ayırdığımız parada bitmek üzereydi.. Yolda öğrendikki İskenderiye'den Mersin limanına botta yoktu. Uçak biletleri rezervasyonda en az on gün sonra vardı. Çünkü dört gün sonra Kurban Bayramıydı. Bizi yollar yormamıştı fakat Mısır'ın kötü yönetimi ve ülkenin sürekli belirsizliği bizi artık bitirmişti.. Ve dedik ''TUR BİTTİ'' Artık İskenderiye'ye bir an evvel gelip Türkiye'ye dönmenin yollarını aramaya başlamamız gerekiyordu..























İSKENDERİYE.. ŞEHRİN IŞIKLARI..!
Gördüğüm manzara karşısında bir kere daha şaşırdım. Burası İstanbul gibi bir şehirdi. Fakat çok daha düzenli.. çok etkilendim hatta gece sahil boyundan saat 02.30 a kadar pedalladık.. İnsanlar burada öğlene kadar yatıyorlar. Gece saat dörde beşe kadar çalışıyor, geziyor ve alış veriş yapıyorlardı.. Bu şehir beni çok etkiledi. Hatta burada 2-3 gün kalmayı bile düşündüm.. Küçük bir otel bulduk. Sabah olmuştu alışkanlıktan yine erken kalktık. Geceden eser kalmamıştı.. Kahvaltıdan sonra hemen tekrar uçak bileti aramaya başladık. Bulamayınca Türk yük gemilerini bile araştırmaya başladık. Heryerden olumsuz cevap alıyorduk. On gün burada kalıcaz derken birden telefon geldi.. THY ye bağlı bir şirket 2 kişilik yer boşaldı dediğinde.. Yine güzel bir mucize bizi sevindirmişti.. Biletler 2 gün sonraydı. Allah yine kalbimdekini bize nasip etti. Çünkü bu güzel şehirde bisikletimle dolaşmak istiyordum.. Harikasın İskenderiye.













































ÇİLE BİTMEZ :)) TUR BİTER..!
 Artık tur bitmiş evimize dönmek için Kahire'ye havalimanına gelmiştik.. Burda da rüşvet senaryosu devam etti.. Son girişte bisikletleri söktüğümüz aparatları uçağa koyamıyacağımızı söylediler.. yanlarındaki çöpe atıcağımızı bize anlatıyorlardı.. asıl niyetleri rüşvet almaktı.. bizim kararlı olduğumuzu gördüler artık tahammülümüz kalmamış kızmaya başlamıştık.. sonra THY den bir görevli geldi uçağa binin biz uçağa teslim edicez dediler. Bu arada artık son 5 dakikaya girmiştik. Ben uçağa gidiyorum sen aparatı al gel dedim Baga'ya. Uçağın körüğüne geldim. Körüğün diğer ucunda hostesler vardı. Buyrun dediler. Ben olayı anlattım arkadaşımı bekliyorum dedim. Belliki Hosteslerde bıkmışlar bu adamlardan.. Tekrar buyrun dediklerinde aparat gelmeden binmem dediğimde onlarda desteklediler.. Sonra telefon felan açtılar.. Kabin amiri geldiği anda Baga'da bir görevliyle geliyordu ve aparatı hosteslere verdiler.. Allah'a şükür yine galip gelmiştik. Tabiki herşeye rağmen bizde özür diledik, uçak personelinden.. Bu arada bir kaç muhabbetten sonra yerlerimizi aldık. Uçaktaki ikrama gelince ekstraydı.. Halimizden çok iyi anlamış olacaklarki ! yemekleri double yedik, kahfeler sınırsızdı.. Artık İstanbul Atatürk Hava Limanındayız.. Saat 24.00 olmuştu ve ben Esenler otogarına gitmek için yine 45 dakika kadar pedalladım.. Büyük bir gurur ve onurla..










Allah'ım sana sonsuz kere teşekkürler. Her zaman zorluklara karşı bize yardımcı oldun..''HERKES KENDİ HİKAYESİNİ YAŞAR''